Reklamci Yazar Balıkçı Ali Pasiner
''Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni Boğaz'da balıkçı sanıyor.''
Kazandibi
Siz bütün denizlerde dolaştınız ve balık tuttunuz. Profesyonel balıkçılardan farkınız ne?
Balıkçılar amatör ve profesyonel olarak iki türlüdür... Profesyonel her gün aynı işi yaptığı için hafif bıkkındır, tembelleşmiştir, kafayı çekip ertesi sabah uyumayı tercih eder... Ama tabii içlerinde çok iyileri de vardır. Bunun dışında bir de "bey takımı" dediğim eskinin adamları, Asaf Muammer bey gibi, Deve Cahit, Necdet Ağabey, Haluk Ağabey gibi insanlar... Ben de balıkçılığı Kandilli’de ağabeylerimden öğrendim. Bu insanlar galiba daha bir meraklı, daha bir iddialı oluyorlar... "Bir de ben tutayım da görsünler" diye göstere göstere tutmak var... Daha iyi takımlar kullanıp risk azaltmak "bey takımı"nda daha iyidir... Daha dikkatli ve sabırlıdırlar... İlk başladığında herkes "en büyük balığı ben tutacağım" der. Sonra, "en çok balığı ben tutacağım" gelir... Ardından, "yeterli balığı tutalım", "bir tavalık çıkaralım da evdekiler memnun olsun" diye düşünenler... Bir de "bugün lüfere çıkıyorum" diyenler vardır.
Siz bütün denizlerde dolaştınız ve balık tuttunuz. Profesyonel balıkçılardan farkınız ne?
Balıkçılar amatör ve profesyonel olarak iki türlüdür... Profesyonel her gün aynı işi yaptığı için hafif bıkkındır, tembelleşmiştir, kafayı çekip ertesi sabah uyumayı tercih eder... Ama tabii içlerinde çok iyileri de vardır. Bunun dışında bir de "bey takımı" dediğim eskinin adamları, Asaf Muammer bey gibi, Deve Cahit, Necdet Ağabey, Haluk Ağabey gibi insanlar... Ben de balıkçılığı Kandilli’de ağabeylerimden öğrendim. Bu insanlar galiba daha bir meraklı, daha bir iddialı oluyorlar... "Bir de ben tutayım da görsünler" diye göstere göstere tutmak var... Daha iyi takımlar kullanıp risk azaltmak "bey takımı"nda daha iyidir... Daha dikkatli ve sabırlıdırlar... İlk başladığında herkes "en büyük balığı ben tutacağım" der. Sonra, "en çok balığı ben tutacağım" gelir... Ardından, "yeterli balığı tutalım", "bir tavalık çıkaralım da evdekiler memnun olsun" diye düşünenler... Bir de "bugün lüfere çıkıyorum" diyenler vardır.
Remzi Kitabevi'nden çıkan kitabınız İki Boğazın Suları’nda anlattığınız kendine özgü balık kültürü nasıldır?
Akdeniz’den Karadeniz’e akan su durmayıp geri döner. Istanbul Boğazı’ndan, Çanakkale’den geçer. Tabii İstanbul Boğazı’nda yerleşim olduğu için bir dokusu var. Dolayısıyla, gerilere gidersek Kandilli, Çengelköy, Beylerbeyi gibi başta bağ bahçe olan kıyılara, saray efradının, Levantenlerin yalılarının yapılmasıyla Boğaz’da bir hayat tarzı oluşmuş. Bu kişiler Boğaz’da balıkçılığa ilk merak salanlar…
Bugün bu yalıların pek çoğu el değiştirmiş olduğu için bu kültürün devam ettiği söylenemez... Restore edilmiş yalılarda yaşayanlarda da "kebap kültürü" hakim, o yüzden pek çoğu Boğaz’ın yeterince tadını çıkaramıyor. Boğaz’ın kabuğu değişiyor ancak akan su değişmiyor. Su her zaman akmaya devam edecek.
Boğaz balık bakımından bereketli olmasını neye borçlu?
Boğazlar sonradan oluşmuş. Boğazlar açıldıktan sonra akıntılar oluşmuş. Akdeniz’de yaşayan balıklar Marmara ve Karadeniz’e göç etmeye başlamışlar. Karadeniz’in tuzu azdır. Balıkları besleyen çok sayıda plankton ve diğer deniz canlıları vardır. Bu nedenle balıklar Karadeniz’i çok severler. Soğuk mevsim başlarken Marmara’ya dönüp ilkbaharda havalar ısınmaya yüz tutunca tekrar Karadeniz’e çıkmayı adet edinmişlerdir.
Boğaz suyu aşağıdan Akdeniz’den gelir, Karadeniz’e akar. Dipten akan bu akıntıya balıkçılar "kanal" veya "kanal suyu" derler. Boğaz, bereketini kanala borçludur, çünkü kanal suları ılımandır... Karadeniz’den Marmara’ya geçen balıklar, Boğaz’dan süratle geçmek yerine bir süre Boğaz’da oyalanır, hatta havalar ılıman gittiği takdirde kışı kanalda geçirirler. Balıkların kanalda kalmasından balıkçılar epeyce yararlanırdı...
Akdeniz’den Karadeniz’e akan su durmayıp geri döner. Istanbul Boğazı’ndan, Çanakkale’den geçer. Tabii İstanbul Boğazı’nda yerleşim olduğu için bir dokusu var. Dolayısıyla, gerilere gidersek Kandilli, Çengelköy, Beylerbeyi gibi başta bağ bahçe olan kıyılara, saray efradının, Levantenlerin yalılarının yapılmasıyla Boğaz’da bir hayat tarzı oluşmuş. Bu kişiler Boğaz’da balıkçılığa ilk merak salanlar…
Bugün bu yalıların pek çoğu el değiştirmiş olduğu için bu kültürün devam ettiği söylenemez... Restore edilmiş yalılarda yaşayanlarda da "kebap kültürü" hakim, o yüzden pek çoğu Boğaz’ın yeterince tadını çıkaramıyor. Boğaz’ın kabuğu değişiyor ancak akan su değişmiyor. Su her zaman akmaya devam edecek.
Boğaz balık bakımından bereketli olmasını neye borçlu?
Boğazlar sonradan oluşmuş. Boğazlar açıldıktan sonra akıntılar oluşmuş. Akdeniz’de yaşayan balıklar Marmara ve Karadeniz’e göç etmeye başlamışlar. Karadeniz’in tuzu azdır. Balıkları besleyen çok sayıda plankton ve diğer deniz canlıları vardır. Bu nedenle balıklar Karadeniz’i çok severler. Soğuk mevsim başlarken Marmara’ya dönüp ilkbaharda havalar ısınmaya yüz tutunca tekrar Karadeniz’e çıkmayı adet edinmişlerdir.
Boğaz suyu aşağıdan Akdeniz’den gelir, Karadeniz’e akar. Dipten akan bu akıntıya balıkçılar "kanal" veya "kanal suyu" derler. Boğaz, bereketini kanala borçludur, çünkü kanal suları ılımandır... Karadeniz’den Marmara’ya geçen balıklar, Boğaz’dan süratle geçmek yerine bir süre Boğaz’da oyalanır, hatta havalar ılıman gittiği takdirde kışı kanalda geçirirler. Balıkların kanalda kalmasından balıkçılar epeyce yararlanırdı...
Balık tutmanın usullerini nasıl öğrendiniz? Zokanın doğru yerde durması için nasıl bir eğitimden geçtiniz?
Ben Büyükada’da doğdum. Marmara’yı çok iyi bilirdim ama Boğaz balıkçılığı ayrıdır. Boğaz’a geldiğim zaman balık tutuyorum diyemezdim... Hangi balıklar ne zaman geçer, hangi balık kalır bilmek gerekir. Balık diyince, lüferinden çinekopuna çok çeşidi var. Mesela, Boğaz akıntılı olduğundan demir atamazsın, yakamoz yapar, lüferi kaçırırsın.
Boğaz’da önce kıyıdan ve sandaldan kullanılan oltaları bağlamayı öğrendim. Ustam, Şileli Necdet Ağabey’di. İri gövdesine ragmen sandaldan tüy gibi atlayan, Kandilli akıntısında güçlü kollarıyla kürek tutup lüferleri yakalayan bir Boğaz çocuğuydu Necdet Ağabey... Zoka, iğne ve fırdöndü bağlamasını, çapari yapmasını, kuyruk altı ve uzun olta bağlamasını o öğretmişti... Günde en az elli atmış kere misina parçasını bir iğneye bağlatıyordu. En küçük zokayı ince bir misinaya bağlar duruma gelince bu işlemi gözümü kapayarak yaptırtmıştı... Önemli olan süratle ezbere zoka bağlamayı öğrenmekti. İş ciddiye alındığında av kültürü bir üniversite tahsili gibiydi. Ustalarımız bize balık avını döve döve değil, seve seve öğretmişlerdi...
Marmara’nın balıkları hangileri?
Tabii, şimdi değil ama bundan yirmi yıl önce, pırıl pırıl suyu, zengin planktonlarıyla Marmara hemen her türlü balığın yaşadığı devasa bir akvaryumdu... Büyükada'da kocaman sinağritler kaşığa yapışırdı... Yaz aylarının mehtaplı gecelerinde Adalar arasında su üstü takımlarıyla karagöz avlanırdı... Kınalı'yla Hayırsızada arasında kolyozlar, istavritler, uskumrular, çaparilere dizilir, Yeşilköy, Florya sahillerinde barbunya, tekir, kırlangıç tutulurdu... İzmit Körfezi Marmara’nın zengin balık yatağıydı. Levrek, sinağrit, mercan, karagöz, ispari, ketkir, barbunya, kırlangıç, dil ve pisi, körfezin balıklarıydı... Uskumru, kolyoz, palamut, torik, lüfer, buraya gelip yatak yapardı... Eylül, ekim, kasım aylarında geceleri Adalar civarında lüfer tutulurdu... Mayısta birçok balık Karadeniz’e göç eder, kefal ve zargana, sonra tekir ve çinekop sürüleri, mezgitler, izmarit sürüleri giderdi... Eylülde göç yön değiştirir ve Karadeniz’den Marmara’ya palamutlar ve ardından lüferler, ekim ortasında kofana ve torikler, aralıkta da orkinoslar gelir. Balıkların Karadeniz’e iniş çıkışlarına anavasya ve katavasya denir. Boğaz klasiklerinden uskumru ve kılıç balığı da bu sularda tamamen tükenmiş durumda. Palamut ve lüferse hala var...
Akıntıların arasında kalan balığın karaya vurduğu doğru mu?
Şubat ve mart aylarında Boğaz’da üst akıntı çok soğuk olur. Isı bu dönemde -4’e iner. Balıkçılar bu akıntı devresine "kırgın ayı’’ ya da "kar suyu" derler. Bu dönemde kuvvetli gündoğusu rüzgarları esince, aşağı yukarı +13 derece yani balıkların vücut ısılarına neredeyse eşit olan dipteki kanal sularına üst akıntının soğuk suları karışır. Ani ısı farkından dolayı balıkların sinirleri uyuşur, şok yemiş gibi olurlar. Sarhoş gibi dolaşan balıklar işte o zaman karaya vururlar. Bu durumda balıkların bu hali için "kulağına kar suyu kaçtı’’ ya da "balık karaya vurdu" denir.
Balıkçılığın sizin için bir tutku olduğunu nasıl anladınız?
Evlendikten sonra Kandilli’de bir yalının alt katını tutmuştuk. Bir gece şeytan dürtmüş herhalde... Kalktım... Denize bakan pencerelerden birinin yanında ampulü yaktım... Yalının önü istavrit kaynıyordu... El etek çekildikten sonra, salonda pencere altına gazete kağıtları serip üzerine su dolu kovayı koydum. Bir saat içinde kova istavritle dolmuştu... Gazeteleri yerden toplayı suç aletlerim olan kuyruk altı kamışını ve kovayı sakladım... Ertesi sabah ev halkı istavritleri dolapta görünce çok şaşırmış ve balıkların ne zaman oraya girdiğini bir türlü çözememişti...
Balığı tuttuktan sonra ne yapacağız, piç etmek günahtır. Balık pişirmenin püf noktaları vardır. Ona evdekiler hiç karışmazlar ben yaparım... Mesela lüferi kızartırken öyle bir zamanda çevirirsiniz ki, altın gibi olur, ızgara izleri vardır üzerinde... Balığın gözü önce yumuşaktır. Sonra o yuvarlağı belirginleştirip sertleştiği anda çevirmelisin...
Boğaz’da balık ne zaman bitti?
'78-'80 senelerinde bir gün Kandilli Burnu’nda Kayhan diye bir arkadaşımla kepçeyle kefal tutuyoruz... Yumurtasından tarama yapıyoruz... Adam bana "balık bitti" dedi. Ben de "ne bitecek", dedim... "Daha palamut başlayacak, lüfer başlayacak"... Sonra gerçekten bitti balık, biz lüfer yerine sarıkanat tutup bırakmaya başladık...
Balığın bitmesine en büyük sebep kirlilik... Karadeniz’e akan on yedi nehrin kenarındaki fabrikalarda en ufak filtre yok... Atıklar Boğaz’a Marmara’ya iniyor... Mesela midyelerde korkunç cıva var... Bir de aşırı avlanma var... Açık deniz aletleri Boğazlar’da kullanılıyor.
Geçici balıklar da dahil olmak üzere bugün Boğaz’da altmış beş balıktan kalan üç dört tür var... Ama kimse bakmıyor. 1 nisan-1 Eylül arasında avlanma yasağı var ama bu sefer de dinamit başlıyor, yani "benden sonra afat" deniyor...
Boğaz’ın eski haline dönmesi mümkün mü?
Çaresi belli... Moratoryum... Üç sene balıkçılığı kaldırsınlar... Tekneler büyük açık suda avlansınlar, olmadı turizm için kullansınlar, üç sene sonra yeniden başlar...
Uskumru, '85’ten beri Boğaz’a girmiyor. O zaman uskumrunun yemekleri, uskumru dolması kalkıyor... Çiroz istavritten yapılıyor, ama pek tadı olmaz, çünkü işin raconu bozuluyor...
Son olarak bir istek sorusu. Fırtına takvimi nedir?
Bofor rüzgar takvimini gösterir. Bofor arttıkça rüzgar da artar. 1 Bofor, 2 Bofor gibi... Belli günler fırtına çıkar. 29 Ekim, balık fırtınasıdır. 28-29 Ekimde Bebek'te, Rumelihisarı’nda muazzam lüfer kofana olur, tekneler geçemezdi... Bunun gibi ilkbahar yaz sonbahar kış, birer fırtına olur, Erik fırtınası, leylek dönüşü gibi... Denizi bilmek gerek, havayı da...
Ben Büyükada’da doğdum. Marmara’yı çok iyi bilirdim ama Boğaz balıkçılığı ayrıdır. Boğaz’a geldiğim zaman balık tutuyorum diyemezdim... Hangi balıklar ne zaman geçer, hangi balık kalır bilmek gerekir. Balık diyince, lüferinden çinekopuna çok çeşidi var. Mesela, Boğaz akıntılı olduğundan demir atamazsın, yakamoz yapar, lüferi kaçırırsın.
Boğaz’da önce kıyıdan ve sandaldan kullanılan oltaları bağlamayı öğrendim. Ustam, Şileli Necdet Ağabey’di. İri gövdesine ragmen sandaldan tüy gibi atlayan, Kandilli akıntısında güçlü kollarıyla kürek tutup lüferleri yakalayan bir Boğaz çocuğuydu Necdet Ağabey... Zoka, iğne ve fırdöndü bağlamasını, çapari yapmasını, kuyruk altı ve uzun olta bağlamasını o öğretmişti... Günde en az elli atmış kere misina parçasını bir iğneye bağlatıyordu. En küçük zokayı ince bir misinaya bağlar duruma gelince bu işlemi gözümü kapayarak yaptırtmıştı... Önemli olan süratle ezbere zoka bağlamayı öğrenmekti. İş ciddiye alındığında av kültürü bir üniversite tahsili gibiydi. Ustalarımız bize balık avını döve döve değil, seve seve öğretmişlerdi...
Marmara’nın balıkları hangileri?
Tabii, şimdi değil ama bundan yirmi yıl önce, pırıl pırıl suyu, zengin planktonlarıyla Marmara hemen her türlü balığın yaşadığı devasa bir akvaryumdu... Büyükada'da kocaman sinağritler kaşığa yapışırdı... Yaz aylarının mehtaplı gecelerinde Adalar arasında su üstü takımlarıyla karagöz avlanırdı... Kınalı'yla Hayırsızada arasında kolyozlar, istavritler, uskumrular, çaparilere dizilir, Yeşilköy, Florya sahillerinde barbunya, tekir, kırlangıç tutulurdu... İzmit Körfezi Marmara’nın zengin balık yatağıydı. Levrek, sinağrit, mercan, karagöz, ispari, ketkir, barbunya, kırlangıç, dil ve pisi, körfezin balıklarıydı... Uskumru, kolyoz, palamut, torik, lüfer, buraya gelip yatak yapardı... Eylül, ekim, kasım aylarında geceleri Adalar civarında lüfer tutulurdu... Mayısta birçok balık Karadeniz’e göç eder, kefal ve zargana, sonra tekir ve çinekop sürüleri, mezgitler, izmarit sürüleri giderdi... Eylülde göç yön değiştirir ve Karadeniz’den Marmara’ya palamutlar ve ardından lüferler, ekim ortasında kofana ve torikler, aralıkta da orkinoslar gelir. Balıkların Karadeniz’e iniş çıkışlarına anavasya ve katavasya denir. Boğaz klasiklerinden uskumru ve kılıç balığı da bu sularda tamamen tükenmiş durumda. Palamut ve lüferse hala var...
Akıntıların arasında kalan balığın karaya vurduğu doğru mu?
Şubat ve mart aylarında Boğaz’da üst akıntı çok soğuk olur. Isı bu dönemde -4’e iner. Balıkçılar bu akıntı devresine "kırgın ayı’’ ya da "kar suyu" derler. Bu dönemde kuvvetli gündoğusu rüzgarları esince, aşağı yukarı +13 derece yani balıkların vücut ısılarına neredeyse eşit olan dipteki kanal sularına üst akıntının soğuk suları karışır. Ani ısı farkından dolayı balıkların sinirleri uyuşur, şok yemiş gibi olurlar. Sarhoş gibi dolaşan balıklar işte o zaman karaya vururlar. Bu durumda balıkların bu hali için "kulağına kar suyu kaçtı’’ ya da "balık karaya vurdu" denir.
Balıkçılığın sizin için bir tutku olduğunu nasıl anladınız?
Evlendikten sonra Kandilli’de bir yalının alt katını tutmuştuk. Bir gece şeytan dürtmüş herhalde... Kalktım... Denize bakan pencerelerden birinin yanında ampulü yaktım... Yalının önü istavrit kaynıyordu... El etek çekildikten sonra, salonda pencere altına gazete kağıtları serip üzerine su dolu kovayı koydum. Bir saat içinde kova istavritle dolmuştu... Gazeteleri yerden toplayı suç aletlerim olan kuyruk altı kamışını ve kovayı sakladım... Ertesi sabah ev halkı istavritleri dolapta görünce çok şaşırmış ve balıkların ne zaman oraya girdiğini bir türlü çözememişti...
Balığı tuttuktan sonra ne yapacağız, piç etmek günahtır. Balık pişirmenin püf noktaları vardır. Ona evdekiler hiç karışmazlar ben yaparım... Mesela lüferi kızartırken öyle bir zamanda çevirirsiniz ki, altın gibi olur, ızgara izleri vardır üzerinde... Balığın gözü önce yumuşaktır. Sonra o yuvarlağı belirginleştirip sertleştiği anda çevirmelisin...
Boğaz’da balık ne zaman bitti?
'78-'80 senelerinde bir gün Kandilli Burnu’nda Kayhan diye bir arkadaşımla kepçeyle kefal tutuyoruz... Yumurtasından tarama yapıyoruz... Adam bana "balık bitti" dedi. Ben de "ne bitecek", dedim... "Daha palamut başlayacak, lüfer başlayacak"... Sonra gerçekten bitti balık, biz lüfer yerine sarıkanat tutup bırakmaya başladık...
Balığın bitmesine en büyük sebep kirlilik... Karadeniz’e akan on yedi nehrin kenarındaki fabrikalarda en ufak filtre yok... Atıklar Boğaz’a Marmara’ya iniyor... Mesela midyelerde korkunç cıva var... Bir de aşırı avlanma var... Açık deniz aletleri Boğazlar’da kullanılıyor.
Geçici balıklar da dahil olmak üzere bugün Boğaz’da altmış beş balıktan kalan üç dört tür var... Ama kimse bakmıyor. 1 nisan-1 Eylül arasında avlanma yasağı var ama bu sefer de dinamit başlıyor, yani "benden sonra afat" deniyor...
Boğaz’ın eski haline dönmesi mümkün mü?
Çaresi belli... Moratoryum... Üç sene balıkçılığı kaldırsınlar... Tekneler büyük açık suda avlansınlar, olmadı turizm için kullansınlar, üç sene sonra yeniden başlar...
Uskumru, '85’ten beri Boğaz’a girmiyor. O zaman uskumrunun yemekleri, uskumru dolması kalkıyor... Çiroz istavritten yapılıyor, ama pek tadı olmaz, çünkü işin raconu bozuluyor...
Son olarak bir istek sorusu. Fırtına takvimi nedir?
Bofor rüzgar takvimini gösterir. Bofor arttıkça rüzgar da artar. 1 Bofor, 2 Bofor gibi... Belli günler fırtına çıkar. 29 Ekim, balık fırtınasıdır. 28-29 Ekimde Bebek'te, Rumelihisarı’nda muazzam lüfer kofana olur, tekneler geçemezdi... Bunun gibi ilkbahar yaz sonbahar kış, birer fırtına olur, Erik fırtınası, leylek dönüşü gibi... Denizi bilmek gerek, havayı da...